Monday, December 9, 2013

Günün sebzesi : Brokoli denen sebze



Önce evden haberler: Arca'nın ateşi bugün çıkmamış. Kıçımı kaşıyıp dilimi ısırıyorum daha da çıkmasın diye dua ediyorum.






gunun sebzesi brokoli denen sebze 1Geçen hafta pazarda taze soğan alıyorum, - o soğan da neydi be kardeşim, Çeşme soğanı, demetle değil, kiloyla satılıyor, incecik kütür kütür, her yemeğin yanında götür : )- yandaki tezgahta brokoli gördüm. Hiç hazzetmem o saçma sebzeden. Sahi bizim çocukluğumuzda yoktu, bir vitamin deposu pompalamasıyla hayatlarımıza girdi. Concon bir sebze!


İki dal istedim, pazarda az miktar almaya utanıyorum aslında. “şöyle az bi şey ablacım, iki dal ver yeter” diye eğilip bükülüyorum. “Bebek için mi abla?”  bozuntuya vermiyorum, “Ha evet ya bebek için, tazelerinden ver ablacım n’olur” Evet bebek, 33 yaşında 78 kilo civarında bir bebek var bizim evde. Günde bir öğün sebze yemeli ancak kış sebzelerinden evir çevir yiyebildiği bir halt yok. Barbunyanın et sınıfında tüketilmesi gerektiğini öğrendiğimizde resmen yıkıldık! Buzluk sebze değeri taşımayan tek öğünlük barbunya paketleriyle dolu!

Yiyebildiği bir taze fasulye vardı, o da kartladı beridir yiyemiyoruz. Tüm hafta evir çevir ıspanak olmuyor haliyle, yeni arayışlar içindeyim. Geçen hafta annemler uğradığında yaklaşık bir saat beyin fırtınası yaptık. Güdük listede İlker’in burnunu kıvırarak brokoli yiyebileceği maddesini yazmışım, aklımda kalmış. En kötüsü haşlar, limon-sarımsak-zeytinyağı üçlüsü ile tatlandırırım, dedim.

Yaklaşık bir hafta buzdolabını bekledi bu brokoliler… Yanından paket paket marullar eksildi, havuçlarla vedalaştı birer birer. Bir türlü sıra brokoliye gelmedi. Domatesler ikinci posta yer buldu dolapta, brokoli boynunu büktü. Görmezden gelinmek ağrına gitmiş olacak ufaktan sararmaya başladı.

Arca’nın ateşli cumartesisiydi. İlker geç kaldı, öğlen hiçbir şey yiyememiş, akşam haftanın tek kırmızı etini yemek istiyor, dolayısı ile öğlen sebze yemeli! Buzdolabındaki tek sebze brokoli zira ertesi gün pazara gidilecek.

Sararmaya yüz tutmuş brokolileri aldım elime, biraz canlanır gibi oldular. İyice minik dallara ayırdım, buharda haşlanmaya bıraktım. Arca ateşten pek halsizdi, Ice Age filmini koydum, neşelensin diye, koyun koyuna izliyoruz. Nasıl da kötü kokuyor şerefsiz! Arca bile o hasta haliyle “böyk, bu ne biçim koku” diye etrafına bakındı. “Yok annem senin değil, diğer bebeğin yemeği o,” diyecekken gömdü kafayı göğsüme izlemeye devam etti. Onu uyur halde oyun odasında bırakırken ben bolca sarımsağı rendelemeye başlamıştım. Ne kadar sarımsak o kadar az brokoli kokusu. Yemeği sevimli göstermek için havuç bile kattım içine. Bu ikisi zeytinyağında bir güzel kavruldular. En son tavaya brokoliler katıldı. Havuç ile sarımsak eminim “bu ne be!” diye burunlarını tıkamışlardır. Tavayı iki çevirir karıştırırsın, tavadan almaya yakın taze çekilmiş karabiber ile tuzu ilave edersin, oh mis! … diyemeyeceğim… zira bu kadar çabaya rağmen hala brokolinin kokusu bastırılmamıştır!

Günün çorbası okuyucuları için hiçbir fedakarlıktan kaçmayarak tadına baktım, güzeldi. Demek beklenti düşük olunca elde ettiklerimizle yetinmek kolay oluyormuş. Cidden o kokudan beklenmeyen bir tat vardı. Ha bir tabağı bitirir misin dersen yalan söyleyecek değilim, bitiremem ama en azından bir etin yanına garnitür olarak üç beş dal yenir. Nitekim bizim evin aç bebeği de pek beğenmemiş olacak, ilk çataldan sonra limon sıktı. İki çatal daha yedi, beğenmedi, yoğurtla kaktırdı. En son “sen bir daha bu yemeği yaparsan havuçtan yana elini korkak alıştırma! Hatta havuç brokoliden daha fazla olsun, sevdim ben kavrulmuş havuç güzel olmuş.” dedi. Beğenir diye fotoğrafını bile çekmiştim. O kadar açken yemediyse daha da yemez kanımca!

No comments:

Post a Comment